3 Aralık 2013 Salı

Dışarıdan Birinin Gözüyle

06/08/2008

Son yıllarda bütün dünyada bir Çingene modası başladı. Aslında bu, modadan çok bir uyanış. Bence bunun nedeni sadece Çingeneler’in müziği ya da neşeli kişilikleri değil. Bana göre neden şu:

Okulda öğrendiğimiz gibi, bir zamanlar insanlar avcı-toplayıcı ve göçebe olarak yaşarlardı. Gün geldi, Neolitik devir başladı. Yani insanoğlu yerleşik düzene geçti. Çoğunluk, bir yere yerleşmekle yetinmedi, sahip olma hastalığına da tutuldu. Sahip olduğunu “zannettiği” toprağın, sonra da sahip olduğu herşeyin -kendi dahil- çevresine sınır çekti. Sınırın içini dışından korumak zorunda olduğu için de, dışarıda kalan herşeyi düşman ilan etti. Toprak verimsizleşirse, ya da işgal edilirse korkuları başgöstermeye başladı. Hayvanları evcilleştirdi, depolar kurdu, eksik olacağına fazla olsun diyerek gereğinden fazlasını üretmeye başladı. Baktı ki ürettikleri ziyan olacak, gereksiz yere tüketmeye de başladı. Bir yandan da sahip olduklarını korumak için yeni silahlar geliştirdi. Bundan sonraki dönemlerin adını geçiyorum, esas olarak Neolitik devrin başlattığı yozlaşmayla bu günlere geldik... 
Değişen şey teknoloji, aynı kalansa paranoyakça üretim, onun sonucu çılgınca tüketim, aç kalma korkusu, doğaya saygısızlık, sınırın dışındaki herşeyden korunma çabası, silahlanma, saldırganlık, çıkar ilişkileri, kölelik, ırkçılık vs. vs. 
Şimdi tüm bunları niye yazdım: Neolitik devir, hatta bazılarının verdiği adla “Neolitik Devrim” başlayıp da insanların üzerine bir cins fanus geçirildiğinde bazı kişiler dışarda kalmış. İçeri girmeye yapıları uygun değildi belki de. Sistemin (Meşhur filme atfen bundan sonra Matrix diyeceğim, çünkü bu sistemi en iyi o tanımlıyor.) içindekilere inat güzelce de yaşamışlar. Onlar da gelmiş bu günlere. İşte onların en tanınanları Çingeneler ve Kızılderililer. Tüm sınırların dışını düşman sayan Neolitik’ler, Matrix’in dışındakilere de düşman olmuş haliyle. Bu yüzden, asla köleleştiremeyeceklerini anladıkları bu insanlara her türlü kötülüğü yapmaya başlamışlar. Aşağılamışlar, kimilerini katletmişler hatta. Bugün bakın en “medeni” kabul edilen ülkelerde bu iki millete hala türlü haksızlık ve vicdansızlık yapılıyor. İnsan haklarının en güçlü savunucuları bile -ki en çok da onlar- en büyük ayrımcılığı gösteriyor. Çünkü onların medeniyeti Matrix’in içindekiler için geçerli. Dışındakilerin ise özgürce yaşamaları bile kabahat. Çünkü varlıklarıyla, özgür olunabileceğini ispatlıyorlar.

Daha önce de demiştim, son yıllarda bütün dünyada bir Çingene modası başladı. Modadan çok bir uyanış bu. Çünkü artık haksızlıklar, büyük balığın küçük balığı yutması, alenen yapılan soykırımlar ayyuka çıktı. Teknoloji sayesinde herkes herşeyi duydu. Bir yanda obezleri, diğer yanda açlıktan ölenleri herkes gördü. Hele bir de bu haksızlıkları yapanların hala böbürlenip durması, utanmadan dünyaya ahkam kesmesi yok mu... En sadık “Neolitik” bile isyan etti. İnsan var içinde ne de olsa. Bazıları isyanını gösterme yolunu Çingene kültüründe buldu son zamanlarda. Belki çoğu kişi neden bu kadar etkilendiğini tam bilmiyor. Neye isyan ettiğini, isyan ettikçe iki göbecik atmanın niye bu kadar iyi geldiğini, ya da hiç tarzı olmasa da Gogol Bordello dinlemekten neden kendini alamadığını... 
Ben 2 yıl önce uyandım. Şöyle oldu: Toplum kurallarına sadık, çalışkan birer eleman ve tüketiciyken, eşimle aynı anda işimizi ve çok yakın akrabalarımızı kaybedip çöküntüye uğradık. İnsan işsiz kalınca hemen “dışardaki” konumuna düşüyor zaten. En bitik zamanımızda, bir vesileyle Çingene bir ailenin yanında 2 gün misafir olduk. 2 gün yetti iyileşmemize. Nasıl mı?

Bir kere, bizi dışarı atan o Matrix’i falan umursamıyorlar. Umursamayabiliyorlar. Sabah güneş doğuyor mu, yiyecek yemeğimiz var mı, gece yıldızlar çıkıyor mu ortaya? Daha ne lazım? Hiç bilmediğim bir özgürlüğe sahiptiler.

İlk andan itibaren bizi aralarına aldılar. Şarkılar, eğlenceler sabaha kadar sürdü. Ama bunu bizi eğlendirmek için yapmadılar, onların eğlencelerine katılmamıza izin verdiler sadece. Yani aslında misafirden çok, aileden biriymişiz gibi davrandılar. 
Çocukları da çok kibardı. Havalı görünmek için büyüklerine küstahlık etmek, veya aferin almak için süklüm püklüm ve pısırık olma gereği duymuyorlardı. En önemlisi de nesiller arasında görmeye alıştığımız uçurum yoktu. 15 yaşında bir genç, teyzesiyle aynı şarkıya eşlik edebiliyor, sonra yine kendi yaşıtlarının dinlediği müzikleri dinliyordu. Kesintiye uğramamış, süregelen birşeyler vardı... Bu, insana güven veriyor. Herşey gibi geçmişten de kopup gittiğimiz bu zamanda, zamanın, tarihin bir parçası olduğumuzun, nasıl olursa olsun yaşayıp, bir şeyleri devam ettireceğimizin bilincine vardırıyor, iyileştiriyor.

(Ben bunları anlattığımda “Sen iyisine rastlamışsın. Çingeneler’in hepsi de sütten çıkmış ak kaşık değil.” diyenlere rastladım. Tamamen sütten çıkmış ak kaşıklardan oluşan bir tek millet göstersinler bana. Tek örneğe razıyım.)

Misafiri olduğumuz ailenin bir de özürlü akrabası vardı. Matrix’in içinde olsa, tekerlekli iskemleye mahkum, ellerini bile zor kullanan biri mecbur kalmadıkça pek misafire çıkmaz, kendi başına kalmayı tercih eder. Oysa o bizlerle yedi, içti, şarkılara eşlik etti, herkes gibi eğlendi.

O güne kadar alıştığım hayatta, kötü bir şey olduğunda dünya başıma yıkılırdı, yaşam ya siyahtı, ya beyaz. Oysa bu insanlar hayatı tüm renkleriyle yaşıyordu. Hayatı iyisiyle, kötüsüyle, olduğu gibi kabullenip baştacı etmeyi onlardan öğrendim diyebilirim.

Böylece Çingeneler’e has umut ve özgürlük bana da bulaştı işte. “Dışarıda” olmanın nasıl büyük bir özgürlük olduğunu, hatta gerçek yaşamın sadece Matrix’in dışında varolduğunu farkettim.

Umarım Neolitik sistem de bunu farkedip her zamanki önlemlerini almaz;
Çingene kültürünü, arabesk müzik gibi gelip geçici bir moda olarak tanıtıp, bıktırana kadar, olur olmaz her alanda karşımıza çıkarmaz. Binlerce yıllık bu kültürü böyle, bir yandan da sömürerek tüketmeye çalışmaz.

Umarım Kızılderililer’i ve 60’lı yıllarda biraz uyanır gibi olan hippileri uyuşturucuya alıştırıp erittiği gibi, Çingeneler’i ve onların yaşam felsefeleri sayesinde uyananları da yozlaştırıp eritmeye kalkmaz.

Ya da daha kötüsü, bunlar da işe yaramazsa, umarım Çingeneler’e yeni bir sürgün veya soykırım reva görmez...